Fikri Mülkiyet Hukuku
AKFIRAT Avukatlık Bürosu, fikri mülkiyet alanında özellikle marka, patent, faydalı model, tasarım ve telif alanlarında deneyimli olup bu konularda avukatlık ve danışmanlık hizmetleri vermektedir.
AKFIRAT Avukatlık Bürosu, fikri mülkiyet alanında özellikle marka, patent, faydalı model, tasarım ve telif alanlarında deneyimli olup bu konularda avukatlık ve danışmanlık hizmetleri vermektedir.
AKFIRAT Avukatlık Bürosu, gayrimenkul hukuku alanında özellikle kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin hazırlanmasında, bu sözleşmelerden doğan ihtilaflarda, kira ilişkisinden doğan ihtilaflarda ve haksız işgal alanlarında deneyimli olup bu konularda avukatlık ve danışmanlık hizmetleri vermektedir.
AKFIRAT Avukatlık Bürosu, şirketler hukuku alanında özellikle şirketlerin birleşme ve devralma işlemlerinin sağlıklı yürütülmesi adına danışmanlık hizmeti veriyor olup ticaret hukuku alanında ise dış ve iç ticaret alanında müvekkillerinin yaşadığı ihtilaflara çözüm getirmektedir.
AKFIRAT Avukatlık Bürosu, idare ve vergi hukuku alanında idarenin hukuka aykırı eylemleri karşısında idari işlemlerin iptalleri ve zararların giderilmesi konusunda müvekkillerine profesyonel avukatlık hizmeti sağlamaktadır.
Avukatlarımızın kaleme almış olduğu güncel makaleler
26 Mart 2020 Tarihli ve 31080 Sayılı Resmî Gazete 1. Mükerrer’de yayımlanan 7226 sayılı torba yasanın 49. maddesi ile 5941 sayılı Çek Kanunu’na geçici 5. madde eklenmiştir. Bu maddeyle birlikte 24.03.2020 tarihinden önce karşılıksız çek keşide etme suçundan mahkûm olanların cezalarının infazı 26.03.2020 tarihi itibariyle durdurulmuştur.
Hükümlü, tahliye tarihinden itibaren en geç üç ay içinde çek bedelinin ödenmeyen kısmının onda birini alacaklıya ödemek zorundadır. İnfazın durdurulduğu tarihten itibaren en geç üç ay içinde çek bedelinin ödenmeyen kısmının onda birinin ödenmemesi durumunda alacaklının şikayeti üzerine mahkemece, hükmün infazının devamına karar verilir.
Çek bedelinin ödenmeyen kısmının onda biri çıkarıldıktan sonra kalan kısmını üç aylık sürenin bitiminden itibaren ikişer ay arayla 15 eşit taksitle ödenmesi durumunda mahkemece, ceza mahkumiyetinin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasına karar verilir. Hükümlü taksitlerden birisini süresi içinde ilk defa ödemediği takdirde ödemediği bu taksit, sürenin sonuna bir taksit olarak eklenir. Kalan taksitlerden birini daha ödemediği takdirde alacaklının şikayeti üzerine mahkemece hükmün infazının devamına karar verilir.
Bilindiği üzere şu günlerde ülkemizi ve dünyayı her açıdan etkileyen yeni tip COVID-19 olarak adlandırılan korona virüsü ile karşı karşıyayız. Bu virüs sebebiyle ülkemizin ekonomi ve iş yaşantısında çeşitli sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ülkemizin köklü mevzuat yapısında ise bu sorunların çoğuna çözüm bulunabilmektedir. Bu yazımızda korona virüsü sebebiyle işyerindeki haftalık çalışma sürelerini önemli ölçüde azaltan ve işyeri faaliyetlerini tamamen veya kısmen durduran işletmelere yönelik çözüm bulmak adına 30.04.2011 tarihinde 27920 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkında Yönetmelik’ten bahsedeceğiz.
Anılan yönetmeliğin dayanak kanunu 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’dur. Bu kanunun Ek 2. maddesine göre genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından korona virüsü bu maddede geçen zorlayıcı sebepler arasında kabul edilmiştir.
Kısa çalışma üç ayı geçmemek üzere korona virüsü gerekçesiyle çalışma süresinin en az 1/3 oranından azaltılması veya aynı gerekçeyle en az dört haftayla faaliyetin kısmen veya tamamen durdurulması şeklinde meydana gelebilir.
Kısa çalışma sürecinde işyeri çalışanlarına işsizlik sigortası fonundan ücretlerinin %60’ı kadarı ödenir. Ayrıca işçilerin sigorta primleri de bu fondan Sosyal Güvenlik Kurumu’na aktarılır.
Kısa çalışma ödeneğinin alınabilinmesi için kuruma yapılan kısa çalışma talebinin uygun bulunmasıyla birlikte işçinin kısa çalışmaya başlandığı tarihte 4447 sayılı kanuna göre işsizlik ödeneğine hak kazanmış olması gerekmektedir. İşsizlik ödeneğine hak kazanmanın detaylarına buradan ulaşabilirsiniz: İşsizlik Ödeneği Şartları
26 Mart 2020 Tarihli ve 31080 Sayılı Resmî Gazete 1. Mükerrer’de yayımlanan 7226 sayılı torba yasanın 41. maddesi ile 4447 sayılı kanuna geçici 23. madde eklenmiştir. Bu geçici maddeye göre korona virüsü sebebiyle kısa çalışma başvurularında işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi hükmü, kısa çalışma başlama tarihinden önceki son 60 gün hizmet akdine tabi olanlardan son üç yıl içinde 450 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödenmiş olması şeklinde uygulanır.
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilmek için öncelikle Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü’ne kısa çalışma bildiriminde bulunmak ve buradan olumlu dönüt almak gerekir. Ayrıca işyerinde varsa toplu iş sözleşmesinin tarafı işçi sendikasına da yazılı bildirimde bulunmak zorunludur.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere korona virüsü sebebiyle yapılan başvurular, zorlayıcı sebep içinde kabul edilerek uygun görülmektedir. Ayrıca bakanlığın “Covid-19 Sebebiyle Yapılacak Kısa Çalışma Uygulaması Kararı” uyarınca Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, valilikler veya ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından faaliyeti durdurulan işyerlerinin talepleri, yalnızca bu kapsamda olup olmadıkları üzerinden incelenecektir. Dolayısıyla bu kapsamda olan işyerleri hızlı bir şekilde kısa çalışmaya uygunluk onayı almaktadır.
Eğer işyerinde faaliyet tamamen durdurulmuyorsa ve çalışma süreleri önemli ölçüde azaltılıyorsa, kısa çalışmanın yapılacağı zaman aralığı işverence belirlenir ve bildiriminde bu zaman aralıkları gösterilir.
Kısa çalışma ödeneğinin miktarı, işçinin son 12 aylık sigorta primine esas kazancı dikkate alınarak hesaplanan brüt kazancının %60’ıdır. Ancak bu miktar asgari ücretin bir buçuk katını geçemez. Geçtiği taktirde ödenecek ücret asgari ücretin bir buçuk katıdır. Eğer işyerinde faaliyet tamamen durdurulmuyorsa ve çalışma sürelerinin önemli ölçüde azaltılmasına bağlı olarak kısa çalışma yapılıyorsa kısa çalışma ödeneği çalışılmayan süreler üzerinden hesaplanır. İşçinin hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatillerdeki alması gereken ücreti ise işyerindeki kısa çalışma oranı üstünden garameten işveren ve kurum birlikte öder.
Kısa çalışma ödeneği en fazla üç ay için bizzat işçiye ödenir. Kısa çalışma süresi, üç aydan önce son bulursa ödenekler bu son bulma tarihinden sonra ödenmez. Fazla ödemelerin tespiti halinde kurum bunları yasal faizi ile tahsil etmeye yetkilidir.
Kısa çalışma yapan işveren, işçilerin çalışma sürelerine ilişkin kayıtları tutmak ve istenilmesi halinde ibraz etmek zorundadır. İşveren, bildirdiği süreden önce normal faaliyetine başlamaya karar vermesi halinde durumu; Kurum birimine, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı işçi sendikasına ve işçilere altı işgünü önce yazılı olarak bildirmek zorundadır. Bildirimde belirtilen tarih itibariyle kısa çalışma sona erer.
İşçinin kısa çalışma ödeneği aldığı süre içinde 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereği ödenecek sigorta primi, işsizlik sigortası fonu tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna aktarılır.
17.01.2019 Tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi’nin Ümmü ÇAKIR Başvurusu kararı SGK’nın yaptığı yanlış ödemeleri geri istemesinin hem Anayasa madde 35 hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşeme’sinin 1 nolu ek protokolünün 1. maddesini ihlal ettiğini ortaya koymuştur. İlgili karar aşağıda başlıklar altında incelenecektir.
Başvuru, sosyal güvenlik aylığının ödenmeye başlandığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde iptal edilmesi ve başvurucunun geriye dönük olarak borçlandırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Hak ihlaline uğradığı sebebiyle başvuran ev hanımıdır. Başvurucunun eşi 02.05.1986 tarihinden itibaren Bağ-Kur sigortalısı iken 15.01.1993 tarihinde vefat etmiştir.
Başvurucu tarafından ölüm aylığına bağlanmak amacıyla ölen eşinin askerlik hizmetinde geçen süreleri borçlandırılmak istenmiş ve Sosyal Güvenlik Kurumu’na bu talebini iletmiştir. Talep kurumca kabul edilmiş ve borçlanılan primler Ümmü ÇAKIR tarafından ödenmiş vefat eden eşinin prim günü 1080 güne tamamlatılmıştır. Buna müteakip Ümmü ÇAKIR’a 01.05.1997 tarihinden itibaren ölüm aylığı ödenmeye başlanmıştır.
2013 yılında SGK tarafından vefat eden başvurucunun eşinin dosyasında tekrar inceleme yapılmış ve askerlik süresi ile Bağ-Kur hizmetinde geçen süresinin çakıştığı tespit edilmiş ve 24 günlük prim vefat edenin dosyasından çıkarılmıştır. Bu durumla birlikte vefat edenin hizmet süresi 1056 güne düşmüş ve ölüm aylığı bağlanması için gerekli olan 1080 günü doldurmadığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine başvurucuya bağlanan ölüm aylığı kesilmiş ve geriye dönük aylar için yapılan ödemeler için başvurucuya borç tahakkuk ettirilmiştir.
Başvurucu tarafından 04.07.2013 tarihinde mezkur SGK işleminin iptali ile aylığının kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanarak ödenmesine karar verilmesi istemiyle SGK aleyhine Manisa 3. İş Mahkemesi’nde dava açılmıştır.
Mahkeme 27.03.2014 tarihinde anılan davanın kabulüne karar vermiş ve gerekçe olarak davalı SGK’nın uyarma görevini zamanında yapmadığını, uzun yıllar ölüm aylığı aldıktan sonra geçersiz sayılmasının Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen objektif iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu ifade etmiştir.
Davalı kurum hükmü temyiz etmiş ve Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 22.09.2014 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma kararında, vefat edenin 1080 prim gününü doldurup doldurmadığı daha ayrıntılı araştırılmasının gerektiği ve 1080 prim gününün dolmadığı anlaşılması durumunda ölüm aylığı tahsis şartları gerçekleşmeyeceği buna bağlı olarak davanın reddi gerekeceği vurgulanmıştır.
Manisa 3. İş Mahkemesi Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin bozma kararına uymuş ve 24.03.2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu karar bu sefer davacı başvurucu tarafından temyiz edilmiş ancak Yargıtay 10. Hukuk dairesi tarafından 14.09.2015 tarihinde karar onanmış ve kesinleşmiştir.
Ret kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 02.12.2015 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
Emre yazılı senetler bir miktar paranın belli bir vadede ödeneceğini gösterir kıymetli evraktır. Bono (emre yazılı senet) günlük hayatta kırtasiyelerden matbu şekilde alınabilen kolay erişilebilir veya bir beyaz kağıda kolayca düzenlenebilir bir kıymetli evraktır. Kırtasiyelerde satılan matbu senet yaprakları her ne kadar emre yazılı senedin hukuki niteliğine aykırı ibareler taşısa da şekli şartları yerine getirdiği için geçerli bir kıymetli evraktır. Bu yazımızda matbu alınan bir emre yazılı seneti (bonoyu) doldururken veya beyaz bir kağıda emre yazılı senet düzenleyeceğimizde hangi hususlara dikkat edilmesi gerektiğinden bahsedilecek ve emre yazılı senetler hakkında genel bir bilgi verilecektir.
Bir emre yazılı senedin kıymetli evrak niteliği taşıması için:
1. Senet metninde “bono” veya “emre yazılı senet” kelimesini ve senet Türkçe’den başka bir dille yazılmışsa, o dilde bono veya emre yazılı senet karşılığı olarak kullanılan kelimeyi;
2. Belirli bir bedelin ödenmesi konusunda kayıtsız ve şartsız ödeme vaadini;
3. Kime veya kimin emrine ödenecek ise onun -hukuki deyişle lehdarın- adını;
4. Düzenlenme (Keşide) tarihini;
5. Düzenleyenin (Keşidecinin) imzasını,
içermesi gerekir. Aksi taktirde o evrak, kıymetli evrak niteliğine haiz olamaz ve kıymetli evrak olmanın faydalarından yararlanamaz. Şimdi bu unsurlara tek tek başlık altında bakmakta ve yokluklarında ne olacağını incelemekte yarar vardır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 776. maddenin 1. fıkrasının a bendine baktığımızda bu kelimelerden birisi senet metninde bulunmalıdır. Bu kelimelerin birisi sadece senedin başlığında yer alması da yeterli sayılır çünkü hukuken başlık da metne dahil kabul edilir. Bir senet bononun tüm unsurlarını taşımasına rağmen sadece bu unsuru taşımazsa bu senet “emre yazılı ödeme vaadi” niteliğindedir. Senette “bono” veya “emre yazılı senet” ibaresi yoksa senedi adi senet olarak nitelendirmeyecek emre yazılı ödeme vaadi olarak nitelendireceğiz. Bonoya ilişkin bazı hükümler bu senetler hakkında uygulanmaz. Örneğin, kambiyo senetlere özgü icrai takibat yolundan bu senetler yararlanamaz.
Bir senedin ödeme vaadi olup olmadığı senet metninden anlaşılmalıdır. Senet metninde ödeyeceğim,ödeyeceğiz gibi kelimeler bulunması ödeme vaadi olduğunu gösterir. Bu ödeme vaadi hiçbir kayıt ve şarta bağlanamaz. Dikkat edilmesi gereken husus ödeme vaadinin kayıt ve şarta bağlanamayacak olmasıdır. Ödeme vaadini kapsamayacak şekilde kayıt ve şart koyulabilir. Örneğin, menfi emre kaydı koyulabilir. Menfi emre kaydı koyulduğunda senet ciro ile devredilemez. Menfi emre kaydı “nama yazılıdır” şeklinde koyulabilir. Bu durumda senedin devri alacağın temliki şartlarıyla gerçekleşebilir. Daha basit anlatımla yazılı bir anlaşma ile senet devredilebilir. Ciro yapılmışsa cirolar geçersizdir.
Bonoda lehdarın adı zorunlu bir unsurdur. Lehdar gerçek kişi ve/veya tüzel kişi olabilir. Lehdar birden fazla kişi olabilir. Bir senet, emre yazılı senedin (bononun) tüm özelliklerini taşısa bile lehdar kişi değilse o adi senettir, emre yazılı senet (bono) değildir. Tüzel kişiliği olmayan bir işletme adı bonoya yazılırsa ne olacaktır? Bu durumda senet kıymetli evrak niteliği olmayan adi bir senet kabul edilir.
Bir bononun geçerli olması için gerekli zorunlu unsurlardan birisi de keşide tarihidir. Bononun ön yüzünde bulunması zorunludur. “GG/AA/YYYY” veya “GG/ yazı ile ay /YYYY” olarak yazılabilinir. Önemli olan tarihin kuşkuya yer verilmeden tespit edilebilmesidir. Bu doğrultuda önerilen GG/yazı ile ay/YYYY şeklinde olmasıdır. Örneğin 1 Mart 2018 şeklinde. Keşide tarihi geçmişteki bir tarih olabileceği gibi gelecekteki bir tarih de olabilir. Eğer ay ve yıl belirtilip gün belirtilmemişse o bono geçersizdir. Yargıtay son yıllarda verdiği kararlar doğrultusunda ihmal suretiyle yapılan hatalarda bonoları geçersiz saymamıştır. Örneğin, 31 Kasım 2018 tarihi takvimde bulunmadığından bunun sehven yapıldığı takdir edilerek 30 Kasım 2018 anlaşılması gerekir demiştir, Yargıtay. Ancak 32 Kasım 2018 yazılsa idi bu kabul edilemez ve senet bono hükmünde sayılamaz. Senette birden fazla keşide tarihi varsa yazılmamış sayılır. Keşide tarihi yazılmamış sayılınca,keşide tarihi bonoda zorunlu unsur olduğundan dolayı zorunlu unsur eksik olmuş olur ve o senet bono sayılmaz. Başka bir şekilde kesin ve net (objektif) olarak o tarih belirlenebiliniyorsa o tarihte geçerli olur. Örneğin, “Cumhuriyet Bayramı 2018” ibaresi kesin ve net olarak 29 Ekim 2018’i gösterdiği için bu keşide tarihi geçerlidir. “2018 Yılı Kurban Bayramı’nın ilk günü” şeklinde bir keşide tarihi geçerli iken “2018 Yılı Kurban Bayramı” şeklinde bir keşide tarihi geçerli olamaz çünkü kurban bayramı 4 gündür ve hangi gün keşide tarihi olduğu kesin ve net olarak belirlenemez. Sübjektif tarihlerle keşide tarihi düzenlenemez. Örneğin, “2018 Yılındaki Doğum Günüm” şeklinde bir keşide tarihi atılamaz, atılırsa bono geçersizdir.
Düzenleyenin ıslak imzası bononun üzerinde bulunması şarttır. Parmak basma, mühür, elektronik imza vb. şekillerle bono düzenlenemez. Düzenleyenin kendi eliyle imza atması şarttır. Son yasal düzenlemeler çerçevesinde görme engelli kişilerin dilerseler bir tanık isteyebilecekleri öngörülmüştür. El ile imza kabiliyeti bulunmayan kişiler maalesef ki kambiyo taahhüdünde bulunamayacaklardır. İmza yerine paraf atılamaz. Eğer bir bono ehil olmayan veya hayal mahsulü bir kişinin imzasını taşıyor olsa bile o bono geçerlidir çünkü bonolarda imzalar birbirinden bağımsızdır.